Cinuçen Tanrıkorur: Musikiye Adanmış Bir Ömür

Hayatı

20 Şubat 1938’de Fatih’de doğdu. Babası Zaferşan Tanrıkorur, oğluna kendi isminin Kazan Türkçesi’ndeki tam karşılığı olan ve “galib, muzaffer” anlamına gelen “Cinuçen” ismini koydu. Müzik eğitimine, İstanbul Belediye Konservatuarı Türk Mûsikîsi Bölümünde Münir Nurettin Selçuk’un öğrencisi olan amcası Mecdinevin Tanrıkorur’un, kendisine 2.5-3 yaşlarından itibaren meşk etmesiyle başladı. Daha ilkokul çağlarında, Sultan III. Selim’in Sûzidilârâ makamındaki yürük semâîsini okuyor, Mehmet Akif’in “Çanakkale Şehitleri”ne isimli mersiyesi ile birlikte Yahya Kemal, Mehmet Emin Yurdakul ve Nihal Atsız gibi şairlerin şiirlerini baştan aşağı ezbere okuyabiliyordu. Eyüp Mûsikî Cemiyeti başkanı bestekâr ve kemanî Mustafa Sunar’ın ud öğrencisi olan annesi sayesinde ud ile tanıştı. Kendi kendine ud çalmasını ve daha sonraları beste yapmasını öğrendi. Besteciliğe ise 14 yaşında Ferahnâk makamında oldukça parlak bir saz semâîsi ile güftesi Fuzûlî’ye ait Şevkefzâ makamında bir şarkı besteleyerek başladı. Cinuçen Tanrıkorur’un bu yaşlarda böyle büyük işler başarması, onun müzik dehasını gösteriyordu.

Cinuçen Tanrıkorur, sırasıyla İtalyan Lisesi ve Devlet Güzel Sanatlar Akademisi (MSÜ) Yüksek Mimarlık bölümünü bitirdi. Daha sonra İmar ve İskân Bakanlığı Marmara Bölge Planlama Dairesinde şehirci mimar olarak devlet hizmetine girdi ve Ankara’ya yerleşti. 1973’te TRT Ankara Radyosu TSM Şube Mdl. görevine getirildi ve burada 1982’deki istifasına kadar programcılıktan daire başkanlığına kadar çok çeşitli görevlerde bulundu. Konya’da Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ne bağlı Müzik Eğitimi Bölümünü kurdu. 1989 yılında, irsî olan böbrek hastalığı dolayısıyla Kültür Bakanlığı tarafından ABD’ye gönderildi ve burada 117 eser besteledi. Hayatı boyunca davetli olarak gittiği 22 ülkede resital, konferans ve seminerler verir. Fransız Devlet Radyosu’nca LP’ si yapılan ilk Türk sanatçısı ünvânını alır. Ayrıca bu süre içerisinde Maryland ve Princeton üniversitelerinde örnekli iki konferans vermiş, iki büyük makale yazarak Turkish Music Quarterly dergisinde yayınlanmış, hocası Garino’nun tavsiyesine uyarak öğrendiği eski yazıyı geliştirmek için dostlarına eski harflerle sürekli mektup yazmış, dahası, ABD’li hattat Muhammed Zekeriya’dan hat dersi almıştır. Bu dönemden sonra hastalığı sürekli artan Tanrıkorur, toplam sekiz ameliyat geçirmiştir ve bunların üçü ise henüz mimarlık öğrencisiyken yakalandığı kanser sebebiyledir. Tanrıkorur, yaklaşık bir aydır yattığı hastanede iyice ilerleyen hastalığı dolayısıyla 28 Haziran 2000’de vefat etmiştir.

Bugün repertuvar arşivlerimizde onun zengin bir makam sayısı içinde toplam 505 bestesi bulunmaktadır. Bu bestelerin her biri, melodi, seyir, geçki ve kompozisyon özellikleri bakımından adeta ders nitelikli örneklerdir.

Bu özelliği en çok bilinen Kürdilihicazkâr şarkısı “Günaydınım, nar çiçeğim”de olduğu gibi, Hüseyni “Köyde Sabah” isimli saz eserinde ve sözleri Aziz Mahmud Hüdai’ye ait Çargâh beste “ Âşıkın ol mahbûb-i bî hemtâ imiş” inde ve de özellikle de Yahya Kemal’in ‘Itrî’ başlıklı şiirine yaptığı ‘Rast Destan’ında rahatlıkla fark edebiliriz.

Belki de Tanrıkorur’un en çok tanınan eseri diyebileceğimiz “Nar çiçeği” bestesinin sözleri şair Feyzi Halıcı tarafından yazılmıştır. Link vermeden geçmeyelim ve Melihat Gülses’ten dinleyelim: Günaydınım – Melihat Gülses

Cinuçen Tanrıkorur

Musîkîye Olan Aşkı

Cinuçen Tanrıkorur özgün bestekârlık özelliğini yıllar içinde edindiği bilgiler içinde kazanmışsa da, bunun temel taşının, yaradılışından ona bağışlanan bir yetenek olduğu da inkâr edilemez. Zira henüz 14 yaşında iken bestekârlığa başlayışını kendi dilinden şöyle anlatır:

…Efendim, 1952 yılı bestelerimi fiilen saklamaya başladığım, yani “1 numara” verdiğim bestemi yaptığım yıldır. Bu ilk bestem, bir Ferahnak Saz Semâîsi idi. 14 yaşımda idim. Aynı yıl içinde güftesi Fuzûlî’ye ait Devrihindî usûlünde bir Şevkefzâ şarkı da besteledim. Çocuk denecek yaşta biri için, Ferahnak Saz Semâîsi ve Şevkefzâ makamında bir şarkı bestelemek önemli bir şey olsa gerek. Bu yaşımda Ferahnak, Şevkefzâ gibi makamları biliyor ve beste yapabiliyorsam, tabii olarak daha küçük yaşlardan itibaren bunların hazırlığı içinde olduğum söylenebilir…

Musikîmizin zengin makam çeşitleri ile de yetinmeyip, “Gülbûse”, “Şeddisabâ”, ve ”Zavil-aşîran” isimleriyle yeni makamlar geliştirip, bu makamlardan eserler de besteleyerek, teorik bilgi ve yaratıcılığının da ne kadar zengin olduğunu ortaya koymuştur.

Cinuçen Tanrıkorur Hoca bütün yaşantısında son derecede titiz, ince eleyip, sık dokuyan ve oldukça seçici bir kişiliktir. Bu özelliği onun güfte seçiminde çok belirgin görülür. Bütün eserleri içinde, bir tane bile zevksiz ve niteliksiz güfteye rastlayamazsınız. Zaten güftelerini aldığı şair isimlerine bakarsanız, onlardan kötü bir şiir bulmanın imkânsızlığı ortaya çıkar.

Üstâd bir mülâkatında şiirin besteciliğindeki önemini şu cümle ile açıklar:

…Benim ilerideki ud mûsikîmi ve besteciliğimi hazırlayan iki temel unsur klasik edebiyat, yani şiir ve ses eğitimidir…

Tanrıkorur’un besteciliğinde, dini musikî önemli bir yer tutar. Çünkü o son derecede inançlı ve mütedeyyin bir insandır. Bu yönünü ömrü boyunca büyük bir coşku ile yaşamıştır. Öyle ki: Yalçın Çetinkaya’nın dilinden vefat anıyla ilgili kısmı aktaralım:

Vefatından iki gün önce tedavi gördüğü hastane odasında kendisini son kez görmek nasip oldu. Ellerinden öptüm. Helâlleştik. Tam o sırada öğle ezanı başladı. Merhum Cinuçen Bey ezan bitene kadar ‘Lâ ilâhe illâllah Muhammedun Rasulullah’ zikriyle ezana eşlik etti.

Cinuçen Tanrıkorur ve Tasavvuf

Tasavvufi bestelerinin çoğunun güftelerini ona özel bir muhabbet beslediği Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri’nden almıştır. “ Bağ-ı aşkın andelîbi Hazret-i Üftâde’dir” sözleriyle başlayan şiirinden yaptığı Bayati Tevşih’ i örnek bir eserdir. Ayrıca Hz. Mevlanâ, Yunus Emre şiirlerine de ilgisiz kalamaz. Yine din dışı bestelerinin şiirlerini de Fuzulî, Bakî, Nedim Nef’i gibi divan şairlerinden ve Mehmet Akif, Yahya Kemal, Faruk Nafiz Çamlıbel ve Mustafa Nafiz Irmak gibi 20. yüzyıl şairlerinden aldığı görülecektir.

Bugün her yönden bu kadar dolu olup, dağarcığındakini de paylaşan bir adam bulmak kolay değildir. Cinuçen Tanrıkorur sadece beste veya icra kısmıyla ilgilenmemiş, işin ilim yoluna da baş koymuştur.

İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Latince ve biraz Arapça bilen, kalemle dostluğunun mızrapla dostluğundan eski olduğunu söyleyen Cinuçen Tanrıkorur, gerek mûsiki gerekse kültürel ve toplumsal konular üzerine gazete ve dergilerde Türkçe ve yabancı dillerde 100’ün üzerinde makale yazmıştır. Ayrıca ilmî toplantılarda pek çok tebliğ sunmuş, Ankara Radyosu ve televizyonunda hazırladığı programların metinlerini kendisi kaleme almıştır. Makaleleri 1957-1995 yılları arasında Konya’da Çağrı, Ankara’da Töre ve Millî Kültür dergileriyle Son Baskı, Müzik-İş ve Kös gazetelerinde; İstanbul’da Otağ, Yelken, Mûsiki Mecmuası, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Sanat Olayı, Tarih ve Toplum, Mızrap, Dergâh ve Aksiyon dergileriyle Son Baskı, Son Havadis, Dünya ve Tercüman gazetelerinde; Fas’ta al-Moudjahid adlı gazetede (1968), Paris’te Etudes traditionnelles (1983), Amerika Birleşik Devletleri’nde Maryland Üniversitesi yayın organı Turkish Music Quarterly, İtalya’da Strumentie Musica (1992) adlı dergilerde neşredilmiştir.

Bir Hatıra

Bu yazının bu kadar uzamasında 62 yıllık ömrünü dolu dolu geçiren üstadın etkisi büyük elbette. Cinuçen Tanrıkorur’un hayatı ve eserleriyle ilgili elbette ki yazılacak çok şey var ama buna bir derleyici olarak benim ilmim yetmez. Son olarak kendi ağzından yaşadığı bir anekdotu paylaşmak isterim sizlerle:

“Yurt dışından özel davet almıştım; konser vermek üzere ilk defa Fas’a gidecektim. Ankara-İstanbul-Paris üzerinden aktarmalı olarak Fas’a geçecektim. O yıllarda Esenboğa Havaalanı’na gidecek servis otobüsleri Kızılay’dan kalkardı. Valizleri bagaja verirken korkunç bir olay oldu: udumu kucağımda bir bebek gibi taşıyordum. Ben herhangi bir udla rahat çalamam, mutlaka kendi udumla çalmalıyım. Bangkok’a giderken de udu hep kucağımda taşımıştım. Yolcular gibi hostesler ve pilotlar da bana hayret etmişlerdi. Zaten şehir içinde de öyle yaparım, nereye gidersem gideyim udu kucağımda taşırım. Evet, valizleri bagaja yerleştiren muavin çocuk önümdeydi. Ben de benim valizimi nereye koydu diye eğilip bakmak isterken, o ansızın doğruldu. İşte ne olduysa o anda oldu. Çocuğun kafası kucağımdaki udun göbeğine çarptı; udun bağlantı yeri kırılmış, göbeği de içeri çökmüştü. Korktuğum başıma gelmişti. Ne kadar üzüldüğümü tarif edemem. Sanki dünyalar başıma yıkılmıştı. Kızılay’dan Esenboğa’ya, ordan da Yeşilköy’e nasıl geldiğimi bilmiyorum. İstanbul’a gelir gelmez Harbiye’ye koştum. Radyoevinin karşısındaki sokakta tanıdığım bir ud tamircisi vardı. Ona durumu anlattım ve “usta, bunu bana hemen yap, bu akşam saat altıda Paris’e uçacağım” dedim. O da “yaparım, ama hemen veremem. bu gece bende kalması ve kuruması lâzım. En erken yarın bu saatlerde verebilirim.” dedi. Usta doğru söylüyordu, ısrar etmenin bir anlamı yoktu. Çaresizdim. Hemen gittim, o akşam saat altı uçağı için kesilmiş olan bileti, ertesi gün aynı saatte kalkacak olan uçak için değiştirttim. Paris’te beni bekleyen arkadaşlara da durumu telefonla bildirdim. Sonra da ablamlara gittim. Suratımdan düşen sinek bin parça olurdu. Ablam “ne oldu, neyin var?” diye merakla sorunca, olup biteni onlara da anlattım. Doğrusu çok üzüldüler “herşeyde bir hayır var?” diyerek beni teselli etmeye çalıştılar… Saat on bir haberlerini dinlemek üzere radyoyu açtığımızda o akşam saat altıda Yeşilköy’den kalkan uçağın inişe geçerken Paris yakınlarında ormana düştüğü birinci haber olarak veriliyor, mürettebattan ve yolculardan kurtulan bulunmadığı bildiriliyordu…
Ben udun ne için kırıldığını o zaman anladım. Rabbim, canımı kurtarmak için udumu kırdırmıştı. “Hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayır olabilir, hoşlandığınız bir şey de sizin için şer olabilir. Siz bilemezsiniz, Allah bilir.” (Bakara 2/216) âyetinin tecellisine mazhar olmuştum.

Demet Akalın, Serdar Ortaç,İrem Derici ya da Aleyna Tilki kimdir diye anlatmaya kalkışsam üç dört paragrafta bitecekti. Ama onları anlatmama gerek yok hepimiz biliyoruz nasılsa(!).

Allah Cinuçen Tanrıkorur Hoca’nın mekânını cennet eylesin.

Önceki Yazı: Umut